
Lavanta Kokulu Köy Kuyucak
Lavantaların cins adı “lavandula” Yunanca’da yıkanmak anlamına gelir.
Toros Dağları’nın eteğinde yer alan ve 84 haneden oluşan Kuyucak Köyü’ne lavantanın ilk olarak 1970’li yıllarda Fransa’da yaşayan bir köy mensubu tarafından getirildiği ve otuz aileye 15-20 kök olarak dağıtılarak dikilmesi önerildiği bilinir.
Lavanta tarlaları denildiğinde akla ilk gelen ülke Fransa olsa da lavanta ve lavanta yan ürünlerinin üretimi konusunda Bulgaristan bugün dünya lideri konumunda.
Lavantaya olan ilginin artmasıyla birlikte Türkiye genelinde bazı illerde lavanta odaklı projeler yapılmaya başlanır. Bu projeler arasında en başarılılardan bir tanesi Kuyucak Lavanta Kokulu Köy Kadın Girişimi Kooperatifi. Lavanta kokulu köy projesi TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma programı ve Anadolu Efes ortaklığı ile yürütülen “Gelecek Turizmde” kapsamında desteklenmektedir.
Köye gittiğinizde kooperatif üyesi kadınların el emeği olan lavanta keseleri, kurutulmuş lavanta demetleri gibi hediyelik eşyalardan alabilir, gözleme ve çay eşliğinde soluklanabilirsiniz.
Haziran sonu – Temmuz başı tarlaların en mor hali ile görülebileceği zamanlar. Temmuz sonu- Ağustos başında ise hasat yapılıyor.
Son yıllarda tur şirketlerinin de İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerden butik haftasonu turlarına dahil ettiği köy Temmuz ayında oldukça kalabalık oluyor. Geçim kaynağı turizm olan köy sakinleri lavanta tarlalarını salıncaklar, bisikletler, eski el arabaları gibi objelerle instagram stüdyolarına dönüştürdüğü için uzun fotoğraf kuyruklarına denk gelmek mümkün. Eğer sakinliği sevenlerdenseniz rotanızı Lisinia Doğal Yaşam Köyü’ne çevirebilir, çay-kahve molası verebilir, doğal yaşamı ve yaban hayvanlarını korumak gibi projeler yürüten güzel insanlara destek olabilir ve yol üzerinde gölü de arkasına alan lavanta tarlalarının fotoğraflarını çekebilirsiniz.
Lisinia Doğal Yaşam Köyü’nün hikayesi de kendisi gibi etkileyici (ayrıntılı bilgi için www.lisinia.com adresini ziyaret edebilirsiniz, ben merak etmeniz için bir parçasını paylaşacağım 🙂 )
”Doğa ile başbaşa bir çocukluk geçiren Öztürk Sarıca’nın ve Lisinya’nın hikayesi ilk gördüğü andan itibaren çok etkilendiği “Ardıç” ağacıyla başlar. En olumsuz şartlarda yaşama, direniş ve dayanıklılığın simgesi olarak gördüğü Ardıç Ağacının suyu ne kadar az tükettiğini, en kıraç yerden en sulak yere kadar her yerde yaşamını sürdürebildiğini, insanları gölgesinde ağırlayıp uğurladığı zamanları görür. Biraz büyüyüp kitap okumaya başlayınca Ardıç Kuşları ve Ardıç ağaçları arasındaki mükemmel uyumu öğrenir. Yere dökülen ağaçların tohumları ardıç kuşunun sindirim sisteminde hayat bulur ve dışarı atılarak toğrağa karışan bu tohumlar çimlenir…
Bölgenin eski çağlardaki adı olan Psidya’nın en önemli şehirlerinden biri Lisinia’dır, merkez adını buradan alır. Lisinia doğan ve batan güneşin, ay ışığının sudaki pırıltısı anlamına gelir.”

